13 Ara Dr. Selim Erdoğan ile Sakarya’dan Büyük Taaruz’a – Mozaik Kültür Ekibi
Mozaik Kültür Dergisi olarak yeni sayımızda ’’Sakarya: Türk Bitti Demeden Bitmez’’ ve ‘’Büyük Taarruz: Dağlarda Tek Tek Ateşler Yanıyordu’’ eserlerinin yazarı Dr. Selim Erdoğan ile beraberiz. Editörlerimizden Atakan Alkan ve Ünver Aslan Özdemir hocamızla tarih araştırmacılığı, tarih yazımı ve hocamızın eserleri üzerinden Kurtuluş Savaşı hakkında bir sohbet gerçekleştirdi. Tüm Mozaik Kültür ekibinin hazırlamış olduğu sorulara net ve aydınlatıcı cevaplar veren hocamız hem dönemi anlamak isteyen okurlara hem de dönemi anlatmak isteyen tarihçilere altın değerinde bilgiler verdi.
Bize değerli vaktini ayıran sayın Dr. Selim Erdoğan hocamıza tekrardan teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dileriz.
Mozaik Kültür: Hocam bizi kırmayıp katıldığınız için teşekkür ederiz.
Dr. Selim Erdoğan: Ben teşekkür ederim.
Mozaik Kültür: Yeni eseriniz olan ‘’Büyük Taarruz: Dağlarda Tek Tek Ateşler Yanıyordu’’ kaç senelik bir çalışmanın ürünüdür?
Dr. Selim Erdoğan: Buna standart bir zaman dilimi tanımlamak çok kolay değil. Ben 2005 yılında ilk kez Çanakkale Muharebeleri sahasında yoğunlaşarak çalışmaya başlamıştım. Lakin o zamanda yaptığımız çalışmalar daha çok jeomorfolojik ve yer bilimi üzerine olmuştur. Bu çalışmaları sistematik harp coğrafyası çalışması olarak belli bir kadraj içerisinde gerçekleştirdiğim dönem 2014’e denk gelmektedir. Bu çalışmaların ilk evresi (4-5 yıl) Sakarya Meydan Muharebesi’nin gerçekleştiği
alanda oluştu. Elbette bu dönem başka muharebe sahalarında da çalıştım. Bu sürecin sonunda Sakarya: Türk Bitti Demeden Bitmez kitabım ortaya çıktı. Sakarya biter bitmez ise Büyük Taarruz: Dağlarda tek tek Ateşler Yanıyordu’nun çalışmalarına başladım. Ve yaklaşık 1-1,5 yıl gibi bir sürede çalışmamı ortaya koydum.
Bu tarz bir kitabın saha çalışması için aslında 1 senelik bir bölge çalışmasının yeterli olabileceğini söyleyebiliriz. Ama bizim çalışmalarımız sadece kitabı yazmak üzerine değil, hatta yazılan kitaplar yaptığımız çalışmaların bir yan ürünü. Kitaplar, yaptığımız şeyleri halkın da bilmesi
için ortaya koyduğumuz bir ürün. Yoksa Sakarya hakkındaki çalışmalarım belki 10 yıl dahi sürebilir. Bölgede yaptığımız çalışmalar sadece araştırma amaçlı değil, bilinen ve bilinmeyen şehitliklerin, mevzilerin tespit edilmesi için çalışılan bir alan. Yani bizim çalışmamız bitmez ama Büyük Taarruz: Dağlarda Tek Tek Ateşler Yanıyordu’nun 1-1,5 yıllık bir çalışmanın ürünü olduğunu söyleyebilirim.
Mozaik Kültür: Hocam, kitabınız üslup ve sürükleyicilik açısından da dikkat çekiyor. Gerek savaş alanını okuyucunun gözünde canlandırabilmeyi gerekse de bir tarih kitabında zor rastlanan sürükleyiciliği sağlayabildiğinizi görüyoruz. Özellikle genç tarihçilere örnek olması açısından bunu nasıl başardığınızı anlatır mısınız?
Dr. Selim Erdoğan: Aslında üslup başından beri üzerinde çalıştığım bir konu değil. Fakat çok okuyan bir insanım. Tabi okurken insanın ister istemez etkilendiği yazarlar oluyor. Örneğin her ne kadar getirdiği ayakları yere basmayan tarih kuramları eleştirilse de bir edebiyatçı olarak, tarihçi demiyorum, Kemal Tahir’i çok severim. Mutlaka etkilendiğim şeyler vardır. Buna benzer birçok insan da sayabilirim ama benim biraz da anlatım tarzımı okuyucu kitlemin kendisi şekillendirir. Çünkü okuyucu kitlesi kitabımın içeriğinin oluşmasında çok etkili. Yani okuyucular bana diyor ki ‘’Hocam, çok güzel bir çalışma teşekkür ederiz.’’.
Ben de kendilerine de teşekkür etmelerini söylüyorum bu katkılarından ötürü.
Yani ben akademik bulguları sadece alanında uzman kişilerin anlayacağı şekilde değil herhangi bir vatandaşın da anlayabileceği şekilde kitabımda dile getirmeye çalıştım. Burada okuyucunun sıkılmaması için de aynı zamanda ana kaynak olarak kabul etmediğimiz hatıratları çalışmanın içinde belli noktalara, gerek içinden karışıklı konuşmalar alarak gerekse de belli başlı tiratlarını alarak yerleştirdim. Böylece tarih metodolojisinde tartışmalı bir konumda olan hatıratları yabana atmadan çalışmamda değerlendirdim. Bu sanırım metne bir akışkanlık getirdi.
Sonuçta zaten 22 gün 22 gece süren bir çarpışmayı anlatırken okuyucunun sürekli bir şekilde okuyabilmesini sağlamak için bu tarz tekniklerden faydanlanmam lazımdı. Çünkü eseri yazarken kendimi bir okur olarak düşünüp nerelerde sıkılacağımı tahmin ederek bu noktalara tabiri caizse kaçış rampaları yerleştiriyorum.
Mozaik Kültür: Milli Mücadeleyi anlamak açısından siyasal tarihin önemi nedir?
Dr. Selim Erdoğan: Milli Mücadele tarihi dediğimiz zaman bu iş dört tane muharebeyi anlatmakla bitmiyor. Bizim bu dönemdeki çatışmaları, kuvayi milliye dönemini yahut Gediz Muharebesi’ni anlayabilmemiz için Alaşehir, Salihli, Balıkesir kongrelerini bilmemiz lazım. Bunların Ardından Erzurum ve Sivas kongelerini bilmemiz lazım. Bu şekilde baktığımızda siyasi tarihin işin ne kadar içinde olduğunu görürüz. Benim kitabımdaki temel argüman şuydu: Büyük Taarruz’u anlayabilmek için Sakarya ve Büyük Taarruz arasında geçen 11 aylık sürede neler olduğun iyi bilmemiz lazım. Çünkü Sakarya’da can havliyle, Tekalif-i Milliye ile uçurumun ucundan dönen bir millet var. 11 ayda ne değişti, sihirli bir değnek mi dokundu da İngilizlerin ‘’yenilmez savaş makinesi’’ dedikleri orduya taarruz edip İzmir’de denize döktük? İşte bu noktaya gelmemizi anlatacak şey siyasi tarih. Yani milli mücadele, harp tarihi ile siyasi tarihin iç içe geçtiği bir süreç. Yani Büyük Taarruz’u anlayabilmemiz için bizim Fransızlarla, Sovyet Rusya’yla hatta İngilizler ile yürüttüğümüz siyasi süreçleri çok iyi bilmemiz lazım.
Savaşın sonuna geldiğimizde her şey İzmir’e girmekle bitmedi. Türk Ordusu İzmir’e girdiği zaman karşılaştığı tablo Batı Anadolu olarak adlandırdığımız tüm bölgenin yakılmış ve yıkılmış olduğuydu. Bir buçuk milyondan fazla insan evsiz, bütün çiftlik hayvanları ya çalınmış ya öldürülmüş, tarım arazilerinin %35’i tamamen yakılmış vaziyetteydi. Herhalde 9 Eylül’ün ardından büyük ihtimalle yönetici kadro bu tablo karşısında derin düşünceler içerisindeydi. İşte bu noktada bazı kimseler ‘’neden İstanbul’a yürünmedi, neden İstanbul’u da kılıç zoruyla almadık’’ tarzı maceracı ruhla ortaya atılmış sorular sormakta. Bu olacak bir şey değildi. İşte bunun olmama sebebini ancak siyasi tarih ile anlayabiliriz.
Mozaik Kültür: Milli Mücadele’den bahsederken dergimizin ilk sayısında
Serkan Dalgıç’ın kaleme aldığı yazıda da ismi geçen, sizin kitabınızda da rastladığımız Miralay Nazım Bey karakterini bize anlatır mısınız?
Dr. Selim Erdoğan: Şehit Miralay Nazım Bey sadece Mustafa Kemal Paşa’nın değil, bütün Türk ordusunun gözbebeği. Sadece askerlik becerisi, cesaret açısından değil kişisel özellikleriyle de kendisini sevdiren bir insan. Çanakkale’de, Galiçya’da, birçok cephede hem Mustafa Kemal Paşa ile hem de pek çok farklı kumandan ile birlikte çalışmıştır. 1. Dünya Savaşı’nın neredeyse tüm cephelerinde ateş hattı içinde bulunmuş bir komutandır. Binbaşı rütbesindeyken Bolu-Düzce ayaklanmalarında görev alıyor ve kendisini ilk kez burada gösteriyor. Daha önce Konya Ayaklanması’nda da bulunuyor fakat Bolu-Düzce Ayaklanması sırasında halk ile kurduğu ilişki dikkat çekiyor. Yani düşünün; kuvayi milliye isminden de, milliyetçilikten de, her şeyden nefret eden, o bölgede bulunan ayrıkçıların ve işbirlikçilerin propagandasına maruz kalmış yöre halkı ile kurduğu olumlu
ilişki dikkate değerdir. Şahsen ben bölge halkını çok acımasız bir şekilde eleştirmiyorum. Zamanın iletişim olanakları sebebiyle neye inanacağını şaşırmış bir
halk olarak değerlendiriyorum. Yoksa bu acımasız yaklaşımla o dönemdeki ne-
redeyse herkese hain demen gerekir. Bölgeye Ankara Hükümeti’ni temsilen giden Nazım Bey de devletin o astığım astık kestiğim kestik yüzündense daha diyalog yanlısı bir tavır takınmıştır. Fakat bölge halkıyla kurduğu sıcak ilişkinin yanında yeri geldiği zaman darağaçları kurmayı da bilmiştir. Özellikle şehit edilen subaylar Mahmut Neidm Bey ve Üsteğmen Abdullah olaylarından çok fazla etkilendiği için onların kanını yerde bırakmamıştır.
Bu olaylardan sonra bölge halkıyla o kadar iyi ilişkiler kuruyor ve öyle bir noktaya geliyor ki bölgeden ayrılırken halk arkasından adeta ağlıyor. Hatta isyan bastırmak için gittiği Bolu ve Düzce’den bir tümen ile ayrılıyor. Burada topladığı tümen başında şehit olacağı tümendir. Ve milli mücadele gibi, bir tümenin bile çok önemli olduğu bir dönemde bu tümenle Ankaraya gitmesi çok mühimdir. Ben tümen ile Ankara’ya girişini kitapta ‘’Milletvekilleri ve meclisteki askerler gözyaşları ile birbirine sarılıyordu.’’ şeklinde anlattım. Ki gerçekten de öyledir. 4. Tümen olarak adlandırılan bu tümen İnönü ve Sakarya savaşlarında hayati destekler verecektir.
Şehadeti ise orduda büyük bir etki yaratıyor. Kütahya-Eskişehir Savaşları sırasında en hassas mevzileri savunan 4. Tümen ve cephenin yarılmasının temel sebeplerinden bir tanesi Şehit Yarbaz Nazım Bey’in trajedisinin ordu içinde duyulmasıdır. Cenazesini Kütahya’dan Ankara’ya çok büyük bir kalabalık uğurlamıştır.
Mozaik Kültür: Röportajımızın sonuna gelirken size gelecek çalışmalarınız hakkında bir soru sormak istiyoruz. Sakarya: Türk Bitti Demden Bitmez ardından Büyük Taarruz: Dağlarda Tek Tek Ateşler Yanıyordu’yu çıkardınız. Ve hala sahada aktif şekilde çalışmayı sürdürüyorsunuz. Bu seri burada bitecek mi yoksa devam edecek mi? İleride bizi sizin kaleminizden ne gibi çalışmalar bekliyor?
Dr. Selim Erdoğan: Cephede Milli Mücadele bir seri ve bu seri sadece Büyük Taarruz ile bitmiyor. Milli Mücadele sadece 1921-1922 muharebelerinden ibaret değil, sadece Batı Cephesi’nden de ibaret değil. Bunun Doğu Cephesi var, Çukurova-Antep direnişleri var, 19191920 kuvayi milliye muharebeleri var. Hepsinden önemlisi burada en son ‘’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz! İleri!’’ dedik, daha İzmir’e girmedik, daha İstanbul önlerinde İngilizlerle süngü süngüye gelmedik. Daha bitmedi; daha yazacak çok kitabımız var, çalışacak da çok sahamız var. Cephede Milli Mücadele iki kitapla bitmeyecek. Kaç kitapla biteceğini söylememeyeyim ama iki kitapla bitmeyecek. Hatta size ufak bir spoiler vereyim: İngilizlerle savaşmadık ki diyenleri çok üzecek bir kitap olacak.
Mozaik Kültür: Görüşmeyi sonlandırırken gerçekten çok teşekkür ederiz. Çok kıymetli, çok aydınlatıcı yanıtlar verdiniz sorularımıza. Hem Mozaik Kültür adına, hem okuyucularımız adına çok teşekkür ediyoruz size.
Dr. Selim Erdoğan: Ben de çok teşekkür ediyorum. Çok güzel ana başlıklar, çok güzel sorularla geldiniz. Ben çok keyif aldım sohbetten. Tüm Mozaik Kültür okurlarına selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. İnşallah ilerleyen günlerde tekrar bir araya gelip tekrar konuşuruz.
Sorry, the comment form is closed at this time.